Belgrad : Yakın, Vizesiz ve Ucuz! (Nisan 2016)


Daha Paris’i gezmedim ne işim olur Belgrad’da diyenlerdenseniz size söyle ifade edelim; denize koşacağım diye derenin güzelliğini kaçırırsınız a dostlar. Çünkü Belgrad gezimiz bizim de beklediğimizden çok daha keyifli geçti. Hem yakın, hem vizesiz hem de ucuz bir şehir.



Biz Zigzag Belgrade Apartments’da kaldık. Odalar geniş, konforlu ve temizdi. Kahvaltı hizmeti yoktu ama otelin hemen arkasındaki Supermarket Deli Cafe ile anlaşması var. Burada kahvaltı edebilirsiniz ya da gün içerisinde kafenin önündeki masalarda oturup gelen geçeni seyredip bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Otel çok stratejik bir noktada olduğundan her yere yürüyerek ulaşabildik. 
 
 
 
 



  


İlk gün akşamüstü vardık Belgrad’a. Otele yerleştikten sonra arka sokaktaki Mlin Cafe’de bir şeyler atıştırdık, keyifli bir yerdi. Sonrasında Knez Mihajlova’da yürüyüşe çıktık, bir kaç dükkan gezdikten sonra buradaki ürünlerin Türkiye ile kıyaslandığında daha pahalıya geldiğini görüp alışveriş yapılmayacağına kanaat getirdik. Akşam yemeği için önceden rezervasyon yaptırdığımız Lorenzo& Kakalamba’ya, şehir merkezinin biraz dışında kaldığından, taksi ile gittik. Şimdi taksi mevzusunu da açalım biraz. Şehirde birçok farklı başlıklı taksiler var. Otelden pembe başlıklı olanları tercih etmemizi söylediler. Biz de kalış süremiz boyunca bu tavsiyeye uyduk ve hiç sıkıntı yaşamadık.


Lorenzo&Kakalamba enteresan bir mekan. Birbirinden bağımsız birçok objenin bir karmaşıklık içinde harmanlanması herhalde doğru bir açıklama olabilir. Koltukların sırtlıkları minik kuzulardan, sandalyeler ise insan vücudundan ilham alınarak tasarlanmış. Duvarda Fernando Botero’nun Şişman güzeldir temalı resimleri asılıydı. Herkes mesajı aldıysa paylaşımlı porsiyonlar söyleyelim! Şaka şaka seferi sayılırsınız afiyet olsun.  Menü çok çeşitliydi, biz güzel bir et, başlangıç olarak erimiş peynir ve salata istedik. Hepsi lezzetliydi ama dipnot geçelim burası turistik olduğundan ucuz değildi. Sonrasında bir şeyler içmek için gürültülü clublardan ziyade daha sakin bir yer ararken karşımıza Gvozdara 1870 diye bir pub çıktı. İyi ki de çıkmış. Müzik biraz Sırpça biraz İngilizce, servis iyi, ortam güzel kısacası iyi vakit geçirmek için ideal.


 
İkinci gün kahvaltı için herkesin tavsiye ettiği Red Beard’a gittik. Zaten dört masanın üçü Türktü. Aslına bakarsanız gezilecek uzun bir liste yok, bazıları da bizim gittiğimiz dönem tadilat nedeniyle kapalıydı. Bu yüzden kafelerde rahatça dinlene dinlene gezebilirsiniz. Biz ilk olarak Nikola Tesla Müzesi ile başladık. Saat başlarında İngilizce anlatımla bir video gösterimi yapılıyor.  Bunu yakalarsanız daha keyifli gezebilirsiniz. Sonrasında Aziz Sava Katedrali’ni gezmeye gittik. Dışardan çok güzel görünüyor ama içeriye girdiğinizde henüz tamamlanmamış olduğunu göreceksiniz. Tadilat, insanların yaptığı bağışlarla devam ettiği için yavaş ilerliyor.

Hava güzel gezmeye devam dedik ve atladık otobüse, Zemun’a gittik. Burayı Tuna Nehri’nin karşı kıyısı gibi düşünebilirsiniz. Nehir kıyısında yan yana çok güzel cafeler var mutlu insanlar ile birlikte oturup soğuk bir şeyler içtik. Daha çok vaktiniz varsa bisiklet kiralayabilir ya da burada güzel bir yemek de yiyebilirsiniz.

Akşam yemek için Manufaktura’yı denemeye karar verdik. Burası füme etler, soğuk mezeler ve tabi ki meşhur cevapi yani köfteleri ile meşhur bir yer. Kocaman bir bahçe ve iç mekandan oluşuyor. Canlı müzik için kalacaksanız rezervasyon yaptırmanız gerekiyor aksi takdirde bizim gibi hızlı bir yemek yiyip kalkmanız gerekebilir.
Üçüncü günümüzde kahvaltıyı Supermarket Deli’de yaptık ve oradan Hotel Moskva’yı gezmeye gittik. Sokağa bakan kaldırım hizasında bir terası var. Biz gittiğimiz zaman piyano çalınıyordu. Huzurla kahvelerimizi yudumlayıp güneşin tadını çıkardık. Otelin önünden yürüyerek devam edince St. Mark’s Kilisesi göreceksiniz. Değişik mimarisi ve kırmızı tuğlalarıyla dikkatinizi hemen çekecektir. Biraz daha ilerisinde çok güzel bir park var, burası da Tasmajdan. Çimlere oturup soluklanın ve etrafın güzelliğini seyredin. Çocuklarıyla gezinen aileler, gençler kısacası mutlu insanların parkını biraz hafızanıza kazıyın, sonra bu anlar lazım oluyor, malum bizim buralarda hayat zor. Neyse, moral bozmuyor gezimize devam ediyoruz. Biz Nisan başı gitmiş olmamıza rağmen hava 30 dereceydi. Gündüzleri şort-tshirt-terlik, akşamları ise serin; yanınızda ceket olması faydalı olur.  
 


Sonraki durak Sava nehri kenarındaki kafeler. Yanyana kafelerin bulunduğu bu yolun adı Beton Hala. Biz Cantina de Frida’yı tercih ettik. O kadar kalabalıktı ki garsonlardan medet ummadan kendi başınızın çaresine bakmanızı öneririz. Akşam yemeği için eğlencesi sokağa taşan Dva Jelana ya da Tri Sesira’ya gitmeyi hedeflerken o kadar mekan adını aklında tutmanın azizliğine uğrayıp kendimizi Little Bay restoranda keman dinletisi dinlerken bulduk! Burası localı bir tiyatro sahnesi şeklinde dekore edilmiş, aşırı romantik bir ambiyans ve mekanın ortasında piyano ve keman çalınan bir restaurant. Girdiğimizde bir gariplik olduğunu anladık ama o kadar kibarca karşıladılar ki bizi “ayıp olmasın çıkmayalım, ama burası da bahsedilen Sırp eğlencesi olacak bir yere de benzemiyor” derken artık çok geçti. Neyse yemekler ortalama, müzik şahane diyerek kendimizi teselli ettik. Tabi bu çılgın eğlenceden sonra bir şeyler içmek için Blaznavac’a gittik.

Son gün artık, uzaktan gördüğümüz Kalemegdan’a gidelim dedik ve yine bir park bahçe ile çevrelenmenin keyfini yaşadıktan sonra son bir yemek için Smokvica’ya geçtik. Burada yediğimiz her sey gerçekten çok lezzetliydi,  iki öğünü burada harcamak isterdik.
 


Bir gezimizin daha sonuna geldik. Biz çok keyif aldık siz de özellikle kampanyalı bileti bulduğunuzda affetmeyin gidin gezin!

Sevgiler.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alexandroupoli – Dedeağaç (Temmuz 2017)

5 Günde Midilli: Minik kasabalarıyla küçük bir adadan daha fazlası (Eylül 2017)

Küçük adadaki büyük festival: Sziget! (Ağustos 2017)